22 yıl vatansız yaşadı ama vatanına en güzel hizmetleri verenlerden biri oldu. Kitaplar yazdı, yıllarca TÜYAP kitap fuarını düzenledi, Türkiye'de okuma kültürünün yaygınlaşmasını sağladı. Deniz Kavukçuoğlu 80 yaşında dün vefat etti ama arkasında büyük bir miras bıraktı.
Cihangir doğumluydu ama en has Modalılardan biriydi hem de Moda’nın tarihini yazacak kadar. 22 yıl vatansız yaşadı ama vatanına, insanına en güzel eden hizmet veren insanlardan biri oldu. Bu dünyadan bir Deniz Kavukçuoğlu geçti. Ama geçip gitmedi kitaplar bıraktı arkasında, tüm memlekete yayılan okuma kültürünü bıraktı, TÜYAP Kitap Fuarı’nı bıraktı…
Dün 80 yaşında yaşamını yitiren Deniz Kavukçuoğlu, 1943 yılında İstanbul’da doğmuştu. 12 yaşına kadar Cihangir’de yaşadı. Sonra çok seveceği Moda’ya taşındı. İlk gençliğinde Modalıydı artık. 20’sinde üniversite okumak için Almanya’ya gidene kadar burada yaşadı. 20 yaşındaysa Almanya’ya Tübingen Üniversite’sinde gitti. İki yıl Prof. Ernst Bloch’un kürsüsünde felsefe okudu. Daha sonra Heidelberg Üniversitesi’nde iki yıl sosyoloji. Yüksek öğrenimini Erlangen-Nürnberg Üniversitesi ekonomi bölümünde tamamladı.
Planı, öğrenimimi tamamladıktan sonra bir yıl staj yapıp İstanbul’a dönmekti. Fakat 12 Mart 1971 darbesi bütün planlarını altüst etti:
“Darbeyi Türk, Alman, Yunan arkadaşlarımla bir Yunan lokantasında yemek yerken açık olan televizyonun verdiği haberle öğrendim. Yunan arkadaşım, ‘Haydi bakalım’ dedi, ‘şimdi sıra Türkiye’de!’ Hristo, Yunanistan’daki 1967 Albaylar Darbesi sürgünlerindendi. Doğrusu o anda onunla benzer bir kaderi paylaşacağımı aklıma getirmemiştim. Gülüp geçtim.
Ne var ki aradan geçen günlerde birçok arkadaşım gibi ben de olayın ciddiyetini kavramaya başladım. Türkiye’de tutuklamalar yoğunlaşmıştı, aynı siyasal örgütlenmelerde yer aldığımız arkadaşlarım ardı ardına tutuklanıyordu.
Bu arada Yeni Ortam Gazetesi’nde 132 kişilik bir arananlar listesi yayımlandı. Ben de aranıyordum. Doğal ki Türkiye’ye dönmedim. Süresi biten pasaportum uzatılmadı, 6 Aralık 1971 günü de Bakanlar Kurulu kararıyla TC vatandaşlığından çıkarıldım.”
Sekiz yıldır yaşadığı Almanya’da bir anda ‘vatansız bir sürgün’ olmuştu Kavukçuoğlu. 22 yıl sürecek vatan özlemi de böylece başlamıştı.
O 22 yıllık özlemi ve yaşadıklarını bir söyleşisinde şöyle anlatmıştı: “İlk zamanlar insan pek bir şey anlamıyor, çünkü geri dönmek umudu daha taze. Darbe döneminin sıkıntıları elbet sona erer diye düşünülüyor. Örneğin 1974 Affı gibi… Fakat başvurular geri çevriliyor, Af Yasası’nın yurttaşlıktan çıkarılma durumunu kapsamına almadığını öğreniyorsunuz… Psikolojik bir yıkım! O zaman durumun vahametini kavramaya başlıyorsunuz…
Aylar yıllar geçiyor… Ülkenizle aranızdaki tek bağ dört-beş gün gecikmeyle gelen gazeteler ve mektuplar… Hayat durmuyor, yasadığınız yerde olduğu gibi, geri dönemediğiniz yurdunuzda da devam ediyor. Hayatın getirdiği değişimleri uzaktan izlemeye çalışıyorsunuz. Örneğin, Boğaz’a bir köprü yapılıyor, gazetede resimlerini görüyorsunuz, başlıyorsunuz üzerinden geçmeyi hayal etmeye…
Zamanla, yurdunuz, kentiniz, sokaklarınız kafanızda senaryolaşıyor. O senaryoda bir rol de size düşüyor. Anneanneniz, babaanneniz hayata veda ediyor, siz kafanızda kurguladığınız cenazedesiniz. Kuzenleriniz, yeğeniniz doğuyor, yarattığınız hayal dünyasında seslerini duymaya çalışıyorsunuz. Duyamıyorsunuz…
Yurdunuzdayken hiç aklınıza gelmeyen şeyleri aramaya, özlemeye başlıyorsunuz. Çocukluğu insanın yurdudur… Çocukluğunuzu özlüyorsunuz. On yıl, on beş yıl geçiyor… Eşiniz, çocuklarınız Türkiye’ye tatile gidiyorlar; size hep beklemek düşüyor. Döndüklerinde size hayalinizde hiçbir yere yerleştiremeyeceğiniz görüntülerden söz ediyorlar. Artık hayal bile kuramıyorsunuz.
Bir gün geliyor, gurbette yaşadığınız sokakların, kıyısında dolaştığınız denizin, sizi ısıtan güneşin, geri dönemediğiniz sokaklarınıza, kıyısına sandalınızı bağladığınız denizinize, yurdunuzun güneşine benzemediğinin ayırdına varıyorsunuz.Yaşadığınız yere yabancılaşıyorsunuz. Bu yabancılaşma özleminizi tetikliyor. Bir kısırdöngüye düşüyorsunuz.”
Kavukçuoğlu 1992’de Türkiye’ye dönme hakkını elde etti. 1993’ün başındaysa bir anlamda onunla özdeşleşecek olan fuarda Kitap/Kültür Fuarları Genel Koordinatörü olarak göreve başladı. 12 Eylül karanlığını bir köşesinden açılan delikti kitap fuarı, Kavukçuoğlu o deliği her yıl daha da büyüttü. Fuar kitaplar ve yayıncılar için artık kurtarılmış bir bölgeydi. İstanbul’un dışına çıkardı memleket sathında kitap fuarları düzenleyerek o kültür alanını ateda tüm Türkiye’ye yaydı.
Aslında bir emrivakiyle bu görevi üstlenmişti. TÜYAP’ın kurucusu Bülent Ünal Moda’dan mahalle arkadaşıydı. 1970’li yıllardan beri arkadaşı olan, Kitap Fuarı Koordinatörü Demirtaş Ceyhun da 12. Kitap Fuarı’nı bitirdikten sonra emekliye ayrılınca Ünal bu görevi bir süreliğine Kavukçuoğlu’na teklif etti. O da arkadaş hatırını kırmamak için kabul etmişti. Ama o bir sürenin sonu gelmedi.
Sonrasını Kavukçuoğlu’nun kaleminden okuyalım: “Ben TÜYAP Kitap Fuarı Koordinatörlüğü görevine başladığımda, Kitap Fuarı Tepebaşı’nda İstanbul Sergi Sarayı’ında hizmet veriyordu. Tepebaşı zamanları fuar dönemleri şenlikli geçerdi. Yazarlar, yayımcılar ve bizler, kitap fuarına gelen ziyaretçileri ağırlar, bütün sene planladığımız organizasyonun aksamaması için canla başla çalışırdık. Akşamları ise iş dışında da pek çoğuyla yakın dostluklar kurduğumuz yazarlarla dost meclislerinde otururduk. Beyoğlu ilk durağımız, Asmalımescit’teki Yakup’un lokantası ise uğrak yerimizdi.
Fuar alanı, İstanbul’da ‘eylem’ denince ilk akla gelen yer olan Taksim’de olunca, zaman zaman sıra dışı olaylara da şahit olurduk. Gösteri yaptıkları için polis tarafından kovalanan öğrenciler kimi zaman bizim ofise sığınır, polisi yatıştırmak bizlere düşerdi. Neticede bizler de ‘eskilerden’dik ve halden anlardık. Ancak 2002 yılında belediye ile birtakım anlaşmazlıklar çıkınca ve zaten hâlihazırdaki alan Kitap Fuarı’na dar gelince, Kitap Fuarı Büyükçekmece ilçe sınırında bulunan, bugün hâlâ fuar etkinliklerinin yapıldığı alana taşındı. İstanbul Sanat Fuarı ile eş zamanlı olarak aynı yerleşke içinde yapılmaya başladı. Bizler ise Tepebaşı’nın ‘serüven’ dolu günlerine veda etmek zorunda kaldık.
Bugün TÜYAP, 42 bin metrekarelik bir alanda faaliyet gösteren, Avrupa’nın en donanımlı ve modern fuar tesislerinden biri olmasının yanı sıra yalnızca İstanbullu okurları değil, Trakya ve Anadolu’dan da kendine ziyaretçi toplayan bir ‘kitap merkezi’dir.
Hiç unutmam, Kitap Fuarı’nın Beylikdüzü’ne taşındığı ilk zamanlarda bir yazar dostum şaşkınlıkla bana bu kadar insanın nereden geldiğini sordu. Ben de “Her yerden!” gibi kestirme bir cevap vermemek adına ziyaretçilerin profili üzerine araştırma yapmayı yeğledim. Ve sonuç şaşırtıcıydı. Başta Edirne, Çorlu, Saray, Kırklareli, Lüleburgaz, Tekirdağ, Bursa, Balıkesir olmak üzere Marmara Bölgesi’nin dört bir yanından binlerce kitapsever gelmişti fuara. Hatta şunu da eklemek istiyorum ki yaptığım o araştırmada, Marmara Bölgesi’nin yanı sıra Ankara, Antalya, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Mersin’den de gelen katılımcılar olduğu edindiğim bulgular arasındaydı.
Günümüzde Kitap Fuarı hafta içleri dahi otobüslerle başka şehirlerden gelen öğrencilerle ve pek çok kitapseverle dolup taşıyor. Ülkemizdeki kitap okuma alışkanlığının yetersiz durumu göz önüne alındığında, böylesi bir rağbet, TÜYAP’ın kendi başarısıdır. TÜYAP aynı zamanda bastıkları kitapları kitabevlerine ve okurlara ulaştıramayan yayınevlerinin de okurla buluşması için fırsat yaratıyor. Okurlarla yazarları buluşturuyor, İstanbul dışında yaşayan yazarları İstanbullu okurların ayağına kadar getiriyor. Dünyaca ünlü yazarlar her sene Kitap Fuarı’na konuk oluyor. Kitap Fuarı’nın ilk yıllarında bu ünlü yazarlar, Kitap Fuarı’nın davetlisi olarak fuara konuk olurken, artık yayınevleri ve yabancı kültür enstitüleri de bu işe önayak oluyor.”
Ama Deniz Kavukçuoğlu sadece TÜYAP’ı büyütüp okuma kültürünü memleket sathına yaymadı. Yazıları ve kitaplarıyla da önemli bir kültür insanıydı.
Yazıları 1968’den itibaren Ant, Aydınlık, Yeni Ortam, Sosyalist Yol ve 2000’e Doğru gibi dergi ve gazetelerde yayımlanan Kavukçuoğlu Milliyet Avrupa ve Aydınlık gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1996-2018 yılları arasındaysa Cumhuriyet gazetesinde yazdı.
‘Zarife, ‘Onu Ben Öldürdüm Leonardo’ adlı romanları, ‘Canım Acıyor Baba’ ‘Komik Şeyler Yazmak’ adlı öykü kitaplarının yanı sıra ‘Deniz Bitti’, ‘Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?’, ‘Sen vatan haini misin, baba?’, ‘Kedi Gülüşü’, ‘Akıntıya Karşı – Milliyetçilik Üzerine Aykırı Yazılar’, ‘Tarih Her Sabah Yeniden Yazılır’, ‘İnsan Suretleri’ adlı anı ve deneme kitapları da bulunuyordu. Ayrıca ‘Mühürdar’dan Moda’ya/Bir Gezinti Kitabı’ ve ‘Moda’da Gezinti’ kitaplarıyla da çok sevdiği mahallesi Moda’yı yazmıştı. Ve yarın cenazesi de öğle namazını müteakip mahallesinin camisi Moda Camii’nden kaldırılacak.