Başlığı okuyunca ‘tamam anladık zırdelisin ama senin tarihçi Fernand Braudel ile ne alıp veremediğin olabilir ki’ diye düşündüğünüzden adım gibi eminim. Nedenini tabii ki anlatacağım ve anlattığımda da bana hak vereceğinizi biliyorum.
Hayatta hiçbir şeyi yanlış yapma ihtimali olmadığından ve her konuda tartışmasız kesin bilgiye sahip olduğundan 2023 yılının başında Mersin’e bir süreliğine gitmeden önce eşime yanlış yaptığını söylemedim. Ona bu tür şeyler söylediğimde ‘Ben en son yanlış kararımı seninle evlenmeyi kabul ettiğimde verdim’ ve benzeri şeyler söylüyor.
Neyse evi kiralayıp gitti. Ben de arkasından gittim. Beni görünce fazla sevinmedi, meğerse daha önce telefonda bana dediği biraz başımı dinleyeceğim lafı imalı olarak bana gelme demekmiş, ben onu üstüme almamıştım.
neyse bir defa olan olmuştu. Birbirimize uzaktan sinirleneceğimize yüz yüze bakarak sinirleniriz deyip oturmaya başladık.
Bu attığım adım hayatımın bir yıl boyunca kararmasına yol açtı. Hayır buna neden olan sadece Rana değildi.
Evimizin balkonundan Akdeniz gözüküyordu (bu aşamada ‘Deme ya biz Karadeniz bekliyorduk’ demeyi düşünebileceklere bir uyarım var. şaşı ve sakat olmama, penisimin kaybolmuş olmasına güvenmeyin, çok fena kin güderim, iki mizah yazısı arasında bile gülümseyerek cinayet işleyebilirim).
ben bu deniz manzarasına bir baktım iki baktım sonra sıkılmaya başladım.
Eskiden İstanbul’da Ayaspaşa’da otururken evimiz Ayasofya’dan Çengelköy’e kadar deniz görüyordu.
Ev aslında çok çok küçüktü ama manzarası için kiralamıştık o evi.
Evin ne kadar küçük olduğunu anlamanız için size şöyle anlatayım meseleyi: Eğer bir gün eve sarhoş olarak gelirseniz (ki o tarihte gelmemeniz için mantıki hiçbir neden yoktu, aslında bugün de yok) ve eğer kapı kilidine anahtarınızı güçlü şekilde sokarsanız ve eğer anahtarın ucu diğer taraftan çıkarsa onun mutfak duvarına değmesi mümkündü, ev o kadar küçüktü yani.
neyse manzarası için kiraladık ya evi, ben manzaraya bir baktım iki baktım o zaman da sıkıldım. Üstelik Boğaz her zaman çok hareketli ve renkliydi.
Akdeniz manzarasında ise tamamen sakinlik hakimdi.
Bu sakinlik arada fırtına çıkınca değişiyordu, ama o zaman da balkonda oturmak, eğer denize direkt uçma niyetiniz yoksa, mümkün değildi.
Oturabildiğim anlarda ise denizdeki sonsuz sakinlik ve ebedi huzur yüzünden bana hafakanlar basmaya başlamıştı.
Baktım olacak gibi değil, böyle giderse hiç istemediğim halde ve durup dururken, sanki bu dünyada nefret edilecek başka hiçbir şey yokmuş gibi Akdeniz’den nefret etmeye başlayacağım.
Bunu önlemek ve gizemini çözmek için Akdeniz’i anlamaya çalışmalıyım diye düşündüm.
Bu tür düşünceler beni geçmişte daima felaketlere götürmüştür. İçki içerken olduğu gibi bir konuda bilgi edinmeye giriştiğim anda da dipsomani hastalığım devreye girer. Yani konu ne olursa olsun bilgi alayım diye işin dibine kadar giderim ve konu yerine sonunda kendimi tüketirim.
sonunda her beynin intiharı anlamına gelebilecek işi de yaptım ve Akdeniz’i anlamanın en iyi yolunun Braudel’in konu hakkındaki kitaplarını okumak olduğuna karar verdim. Ismarlama kararı verdiğimde kitapların kargoyla gelebilecek durumda olmadığını, büyükçe bir TIR ile nakliye şirketi tarafından ancak getirilebilecek kadar büyük ve ağır olacaklarını bilmiyordum.
kitaplar o kadar ağırdı ki diz çökme hareketimi ağırlıkla yapmam gerekirse ben o kitapları ağırlık olarak kullanıyordum.
Braudel’in tarih anlayışında temel yaklaşımı tarih anlatısından her türlü heyecan verici, keyifli olayı anlatı dışında tutmak diye özetlenebilir.
onun tarihinde okumayı zevkli kılabilecek saray entrikaları, savaşlar, cinayetler veya herhangi bir olay fazla yok. insana dair her şeyi tarımı, ticareti, denizin, nehirlerin kullanımını göz önüne olarak anlatıyor tarihi, sadece siyaset ve savaşlar fazla yok.
Bir de uzun dönemle ilgili tarihi, ne kadar uzun dönem derseniz ben Akdeniz’i anlamaya onun yüzünden bugün denizin olduğu yerde develerle yürünebildiği, yani denizin kara olduğu yıllardan başlamıştım işe.
ama yapacak bir şey yoktu.
Bir dipsomana okumayı yarıda kes demek onun intihar etmesine yol açabileceğinden sıkıntımı içime ata ata önümdeki manzaranın anlamını daha iyi kavrayacağım kitapları sonuna kadar okudum ve bitirdim.
Bitirdiğimde sıkıntıdan içimde Braudel’e karşı yoğun bir öfke ve hınç birikmişti. Bizleri bu kadar sıkacak bir tarih yazdı diye kızıyordum ona. Artık onu öldüremeyeceğime göre ‘Annales’ tarih okulunun bir merkezi varsa bari gidip onu bombalayayım diye bile düşündüm.
ama tam hıncımı içime gömüp artık konuyu unutayım bari derken geçenlerde şu haberi okudum:
“Antalya açıklarında keşfedilen ‘dünyanın en eski batığı’nda yeni buluntulara ulaşıldı.
Antalya kıyısında 3 bin 600 yıl önce battığı belirlenen gemide yürütülen su altı kazılarında Orta Tunç Çağı’na tarihlenen bakır külçeler, gemicilerin şahsi eşyaları ile amforalara ulaşıldı.
Kumluca Orta Tunç Çağı Batığı Kazı Başkanı Doç. Dr. Hakan Öniz başkanlığındaki 40 kişilik ekip Antalya kıyılarında su altı keşif ve kazı çalışmalarını sürdürüyor.”
içime biraz su serpildi. Bu buluntulardan sonra Braudel’in onca ciltte anlattığı hikayenin yeniden ele alınması belki gerekebilir ve Braudel’in bütün çabası da inşallah boşa çıkar diye düşündüm.
Sonunda nihayet öcümün alındığını hissediyorum, o keşfi yapan bütün ekibe de teşekkür borçluyum.