Yaşayan en önemli efsanelerden biri Barbra Streisand. Besteci, şarkıcı, oyuncu, yönetmen... Ve artık yazar. Yükselen bir yıldızın hikayesini anlatan çok havalı bir filmden farkı yok Streisand'ın hayatının. Şimdi tüm hayatını 940 sayfalık bir külliyatla ölümsüzleştiriyor.
Ve şimdi geri dönüp bakıyor: Her zaman ünlü olmayı istemişti ama vardığı yol onu çok da mutlu etmedi.
Aklınıza yaşayan efsaneleri getirin. Muhtemelen, Barbra Streisand’ın yüzü gözlerinizin önüne gelmiştir. Ya da belki de sesi kulağınıza kadar ulaşmıştır. Yaşayan efsane tanımı biri için yapılacaksa kuşkusuz Streisand bunu sonuna kadar hak ediyor. Altmış yıla yakın kariyerinde aklınıza gelebilecek her alanda çalıştı. Üstelik yapmış olmak için yapmadı, başarılı da oldu.
Emmy, Grammy, Oscar ve Tony ödüllerini alan bir avuç insandan biri. Tam 46 kez Grammy Ödülleri’ne aday gösterildi. 1983 Amerikan romantik müzikal drama film ‘Yentl’ ile büyük bir sinema filminde yazan, üreten, yöneten ve başrol oynayan ilk kadın oldu.
Yükselen bir yıldızın hikayesini anlatan bir filmden yok Streisand’ın hayatının. Ebeveynsiz büyüdü, bir Çin restoranında kasiyer olarak çalıştı, oyunculuk dersleri aldı, liseden mezun oldu. Aklında daima ünlü olmak vardı ama. Streisand 17 yaşındayken ve ilk kez evden uzakta yaşarken kendine bir hedef koydu: Çok ünlü olacaktı. Çok da basit bir nedeni vardı. O kadar ünlü olacaktı ki günün birinde yatağını bile başkaları hazırlayacaktı. Öylesine büyük bir ün!
Böylesine büyüleyici bir kariyeri şimdi tam 950 sayfalık (sesli kitap hali 48 saat!) bir kitapla taçlandırıyor. Benim Adım Barbra’da, Brooklyn’de büyümekten New York gece kulüplerindeki ilk yıldız yapımlarına, sahnedeki ‘Funny Girl’deki çıkış performansına ve filmdeki bu performansla Oscar’ı kazanmasına kadar hayatı ve olağanüstü kariyeri hakkında kendi hikayesini anlatıyor.
Ünlü olma hevesiyle çıktığı bu yolda, belki de kendi hayallerinin bile ötesine geçti Streisand. Artık 81 yaşında ve bu kitap, onun kariyerindeki noktayı temsil ediyor. 17 yaşında sadece yatağını başkalarına toplatmak için bile ünlü olmak isteyen o ruh artık yorgun. Tek hayali, evde biraz daha fazla kalmak ya da sevdikleriyle daha fazla vakit geçirmek.
“Eşimin kamyonetine binip, umarım çocuklarımızın yanımızda olduğu bir yerde sadece dolaşmak istiyorum. Benim için hayat, onlar geldiğinde eğlenceli oluyor. Köpeklerle oynamayı seviyorlar ve eğleniyoruz. Gerçeği söylemek gerekirse, hayatım boyunca pek eğlenmedim. Artık daha fazla eğlenmek istiyorum.”
970 sayfalık bu ‘külliyat’ Türkçeye çevrilir mi, herhangi bir yayınevinin buna niyeti olur mu bilinmez. Ancak Barbara Streisand’ın hayatına dair yeni bilgilere erişmek için o kadar da beklememize gerek yok. Buyrun bazı bölümlere.
Streisand, Bobby Fischer ile aynı lisede okudu. Tırnaklarını daima uzun bıraktı. Tek bie motivasyonu vardı: Hiçbir zaman yazı yazmak zorunda kalmasın! Kendisine verilen isimden hiç hoşlanmadığı için bir “a” harfini yok etti ama ünlü olduktan sonra “Eski arkadaşlarım beni nasıl tanıyacaklar?” endişesiyle soyismini hiç değiştirmedi.
Barbra Streisand’ın kendine has, hafif çıkıntılı bir burnu vardı. Ancak eğlence dünyasının güzellik algısı ve dayatmalarından 81 yaşındaki Streisand da kaçamamış. Daha başarılı olmak için burnunu estetik ameliyatla düzeltmesi ve dişlerini kaplatması gerektiği söylenmiş defalarca.
“Benim yeteneğim yeterli değil mi?” diye düşünmüş: “Burun estetiği ağrılı ve pahalı olurdu. Üstelik tam olarak istediğimi yapacak ve fazlasını yapmayacak kimseye nasıl güvenirim ki?” Streisand, burnundaki küçük çıkıntıyı her zaman beğendiğini ve efsanevi sesini etkileyebileceğinden hiçbir cerrahi müdahaleye yönelmediğini belirtiyor: “Bu çok büyük bir riskti. Ve sesime ne yapabileceğini kim bilirdi ki?
‘Hello, Dolly!’ film setinde
Louis Armstrong, Barbra Streisand, Gene Kelly
(1969) Fotoğraf: IMBD
Streisand, Gene Kelly’ye ömrü boyunca ilgi duymuştu. Ancak 1969 yapımı ‘Hello, Dolly’ filminde beraber çalıştıklarında tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşlamıştı. Kendi de tam olarak böyle tanımlıyor. Kelly’nin setteki tavırları karşısında “hayal kırıklığına uğradığını” söylüyor. Ve bu tavırların büyük bir çoğunluğu kadınlara yönelik:
“Bir gün kadın bir dansçıya o kadar kaba davrandı ki ona özel olarak sordum, ‘Neden ona karşı böyle kötüydün?’ Bana güldü ve ‘Evet, ona oldukça sert davrandım, ama o kadar önemli değil. Başka bir dansçıya da böyle bağırdım ve o benim eşim oldu,’ dedi.”
Aynı zamanda, setteki meslektaşı Walter Matthau’nun davranışlarına da itiraz etmiş, senaryo değişikliği önerdiği bir anda Matthau’nun öfkeli bir şekilde tepki gösterdiğini, otoritesini sorguladığını ve yeteneğini eleştirdiğini hatırlatıyor.
“Bana saf kinle baktı ve ‘Bu filmde şarkıcı olabilirsin, ama ben aktörüm! Gazımda senin tüm vücudunda olduğundan daha fazla yeteneğim var!’ dedi. Şaşkındım… Sadece durdum. O kadar aşağılanmıştım ki setten ağlayarak kaçtım.”
Streisand, olayın ardından ne Kelly’den ne de Matthau’dan bir özür almadığını da söylüyor.
Streisand’ın tanıdığı ve arkadaşlık ettiği isimlerin sayısı bir hayli fazla. Bunlardan biri de Prenses Diana’ydı. Streisand kitabında 1992’de Londra’da ‘The Prince of Tides’ filminin galasında, AIDS Kriz Vakfı yararına düzenlenen etkinlik sırasında Diana’nın kendisini olası bir krizden nasıl kurtardığını da ilk kez açıklıyor. Streisand’a göre, Prenses Diana, film gösterimi sırasında birlikte oturduklarında çok sevimliydi ve seyircilerin alkışlarını kabul etmesi konusunda kendisini cesaretlendirdi.
Kraliyet protokolünü takip etmeye çalışarak, prensesin önce kalkmasını gerektiren kuralı hatırlatan Streisand, Prenses Diana ısrar edene kadar ayağa kalkmadığını da yazdı. Ayrıca Diana, tam o an küçük bir kazayı da önlemiş: “Etek fermuarım biraz açılmıştı ve fark etti, kalkarken hızla fermuarı düzeltmeye başladı.”
Sydney Chaplin ve Barbra Streisand. Fotoğraf: Pinterest
Size Barbra Streisand’un uzun süre sahne korkusu nedeniyle konser vermediğini ve bunun Charlie Chaplin’in oğlu yüzünden olduğunu söylesek?
1960’ların ortasında, Streisand ve Sydney Chaplin ikisi de Broadway sahnesinde ‘Funny Girl’de rol alıyordu. İkilinin gergin bir ilişkisi vardı. Öyle ki şarkıcı ve oyuncu, bu anısı hakkında konuşmayı hiç sevmese de kitabın yayınlamasından önce bile BBC’ye verdiği demeçte sahne korkusuna neden olan cinsiyetçilikle ilgili deneyimlerini, özellikle de Sydney Chaplin ile yaşadığı bir olayı anlattı. Yaşadıkları sahne korkusuna yol açarak 27 yıl boyunca konser vermesini engellemişti:
“Bu hakkında konuşmayı hiç sevmem. Sadece benim üzerimde biri vardı – ki bu alışılmadık bir durumdu – ve ona ‘Seninle ilişki içinde olmak istemiyorum’ dediğimde bana karşı çok acımasız bir şekilde saldırdı. Sahnede konuşurken fısıldayarak beni rahatsız etmeye başladı. Kötü sözler, küfürler… Ve artık gözlerime bakmıyordu. Biliyorsunuz, oyunculuk yaparken, diğer kişiye bakmak ve ona tepki vermek gerçekten önemlidir.”
Barbra Streisand hâlâ, genç bir şarkıcıyken 1963’te Beyaz Saray Muhabirler Derneği Yemeği’nde Başkan John F. Kennedy ile tanıştı. Henüz çok gençti, daha yeni yeni ünleniyordu ve elbette acemiliği nedeniyle bazı nezaket kurallarını ihlal etmişti. ‘My Name Is Barbra’da bu unutulmaz karşılaşmayı anlatan Streisand, Kennedy’nin, kendisini sadece birkaç gün önce sahnede gördükten sonra bu prestijli etkinlikte şarkı söylemesini istediğini açıklıyor. “Şimdiye kadar birçok şeye oldukça kayıtsız olabildiğimi biliyorsunuz, ama bu, benim için bile heyecan vericiydi,” diye yazıyor bu isteği.
Kendi tasarımı olan kıyafetlerle giyinmişti. O zamanlar 21 yaşındaydı ve üç şarkı seslendirdi. Performansını ‘Happy Days Are Here Again’ ile noktaladı ve gerçekten JFK’nin Beyaz Saray’da olmasından duyduğu sevinci hissettiğini ve performansının bunu yansıttığını söyledi.
Streisand’ın çok arkadaşı olsa da köpeği Sammie’nin yeri bir başkaydı. Bakın nasıl anlatıyor ‘sevgili arkadaşını’:
“Sevgili arkadaşım Sammie, 2017 yılında bu dünyadan ayrıldı. Eşim James Brolin, onu 2003’te yıldönümü hediyesi olarak bana hediye etmişti. Jim, Sammie’yi seçmişti çünkü yavrular arasında onunla iletişim kuran tek köpekti (belki de o kadar yakışıklı olduğu içindi ya da ikisinin de saf beyaz saçları olduğu içindi!). Sammie diğer yavrulardan farklıydı. Tüyleri düz değil, çoğu coton de tulear gibi kıvırcıktı. O, diğerlerinden farklıydı, tam olarak küçük bir kız olarak hissettiğim gibi. Ve Sammie benim küçük kızımdı… Hiç konuşan bir köpek duydunuz mu? Ona bir soru sorduğumda, bana cevap vermek için belirli sesler çıkarır ya da tekliften çok heyecanlandıysa arkasını sallardı. Benim ruh halimi hissedebilir, ona tepki verebilirdi; başını eğer ve bana şaşkın bir şekilde bakar, sanki bana ‘Neler oluyor?’ diye soruyormuş gibi…”
Streisand, bir gün Sammie’nin kanser hastası olduğunu öğreniyor. Ameliyat sırasında doktorlar anestezinin kalbini yavaşlattığını, bunun çok riskli olduğunu açıklayıp ne yapmak istediğini soruyor. Arkadaşını eve götürmek isteyen Streisand en sonunda çok acılı bir şekilde Sammie’yi kaybedeceğini biliyor ancak bu onun için dayanılmaz bir acı:
“Onun acısını sona erdirmemiz gerektiğini biliyordum, ama onu sonsuza dek kaybetme düşüncesi dayanılmazdı. Dayanılabilir hale getiren tek şey, onun bir kısmını canlı tutabileceğim umudu oldu. Bir arkadaşım köpeğini klonlamıştı ve aynısını yapmaya hazırdık.”
Şarkıcı, Sammie’yi, onun resminin olduğu, Avrupa’da yapıldığı gibi porselende yapılmış mezar taşıyla çevrelenmiş özel bir bahçeye gömdü. Ve onunla geçirdiğimiz tüm iyi zamanları hatırlamak istediğinde karşısına geçirip oturabileceği bir bankı var. Ve daha sonradan sahiplendiği birinin adı Fanny olmak üzere (Funny Girl’e ithafen) üç köpeği daha…