Öykü denince akla gelen ilk isimlerden Cemil Kavukçu. 1983 tarihli ilk kitabı 'Pazar Güneşi'nden beri heybesini öykülerle doldurdu, okurla buluşturdu. 10Haber, Kavukçu'nun Can Yayınları'ndan yayınlanan 'Gölgeli Muhabbetler'inden tadımlık sunuyor...
Türkiye’nin öykü deyince akla gelen ilk isimlerinden biri Cemil Kavukçu. 1983 yılında yayınlanan ilk kitabı ‘Pazar Güneşi’nden beri öyküleriyle okuruyla buluşuyor. Yazar ‘Patika’ adlı eseriyle 1987’de Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, 1996’da ‘Uzak Noktalara Doğru’ adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2009’da ‘Angelacoma’nın Duvarları’ adlı anlatısıyla da Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, 2013’te Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı.
Yazar 2019’da Duvar gazetesinden Soner Sert’e verdiği röportajda “Ben hep heybesi boş dolaşanlardanım. Dolaşıyorum. Bir gün doldurursam yeni bir kitap daha çıkar ortaya” demişti. Aradan geçen beş yılın ardından Kavukçu heybesini doldurdu, ‘Gölgeli Muhabbetler’ adlı öykü kitabını yayınladı.
Can Yayınları tarafından yayınlanan kitap tek başına da ayakta duran ama birbirine sataşmadan edemeyen, sonuna gelindiğinde okuyanı bir dostla vedalaşmış gibi hüzünlendiren sekiz öyküden oluşuyor.
10Haber ‘Gölgeli Muhabbetler’den bir tadımlık paylaşıyor:
Böyle antika tipler hep seni mi bulur, diyor gülmek- ten yaşaran gözlerini avuç içleriyle silerken. Bilmem, belki de ben onları buluyorumdur, diyorum. Laf olsun diye, düşünmeden söylüyorum bunu, yoksa kimse beni bul- madığı gibi ben de kimseyi aramıyorum. Anlattıklarımın inandırıcı olup olmaması umurunda değil, hikâyelerimin ya da anlatım biçimimin hoşuna gittiğini sanıyorum; ben de yiyecek bekleyen ağzı açık kuş yavrusuna dönüşen arkadaşımın bu halinin keyfini çıkarmak için sözü döndürüp dolaştırıyor, giriş taksimini uzun tutuyorum. Beni dinlerken Avcılar Atıcılar Kulübü’ndeymiş gibi hissettiğini söylemişti bir keresinde. Bu şu demekti: Atıyorsun ama dinletiyorsun. Doğrudan söylememişti de söylemiş gibi bakmıştı. Evet evet, onları sen buluyorsun, yani uy- duruyorsun. Yanılıyor, uydurduklarım tek tük; örneğin “site içerisinde köpek dolaştırmak yasaktır” yazısını gördüğümde onun için bir değişiklik yapıp sırf güldürmek için, çünkü sürahiden bardağa su doldururken çıkan sese benzer biçimde lıkır lıkır gülmesi hoşuma gidiyor, “site içerisinde köpek gibi dolaşmak yasaktır” olarak değiştirmiştim. Bunun gerçekliğini sorgulamamış, böyle bir tabela varmış gibi uzun uzun lıkırdamıştı; inandığından değil, hoşuna gittiğinden. Bazen de şaşırtmayı seviyorum.
Ali Zaymer’i bilir misin, demiştim bir keresinde. O kim ya, demişti, önemli biri mi? Bir insan değil Ali Zaymer. Ne o zaman? Marka mı, firma mı? Başımı iki yana sallayıp hayır dedikçe daha da meraklanmıştı. Ama asla pes etmezdi. Buldum, demişti sonunda, bir ilaç! Babaannemin bir zamanlar içtiği Nevrol Cemal gibi ruh şurubu. Yaklaştın, demiştim, ilaç değil ama bir hastalık; herifin biri duvara ne yazmış biliyor musun: “Bir gülüşü var, ali zaymer olsam unutmam.” Süper, deyip lıkırdamış, kilolüfer gibi demişti. O ne lan? O da bir duvarda görmüş, eğik ve kötü bir yazıyla “kilolüfer tamircisi” yazıyormuş, altın da da telefon numarası. Sözde bana anlatmış ama kendi daha çok gülmüştü: Kaç kilo lüfer abi?