Kültür Sanat 21 Temmuz 2023
Bu haber 2 yıl önce yayınlandı

Murat Menteş’ten mucizevi suçlarla dolu bir polisiye

Mizahi anlatımı ve özgün karakterleriyle Türkçe edebiyatın yenilikçi yazarlarından Murat Menteş'in yeni romanı mucizevi suçlarla dolu fantastik polisiye. 'Afili Hafiye' isimli roman, Kayıp Şahıslar Bürosu komiseri Alp Laçin O'un meçhul bir sevgilinin izini sürdüğü bir macerayı anlatıyor.

  • 10Haber news
Roman, mucizevi suçlarla dolu fantastik bir polisiye.

‘Tabancalı Kız’, ‘Garanti Karantina’, ‘Ruhi Mücerret’, ‘Fink’ romanlarının yazarı Murat Menteş, mizahi anlatımı ve özgün karakterleriyle Türkçe edebiyatın yenilikçi yazarların biri. Menteş son romanında da bu alametifarikalarını bir araya getirerek mucizevi suçlarla dolu fantastik polisiyeye imza atıyor. Menteş, yeni romanı ‘Afili Hafiye’de gizli görevdeyken cazibeli bir kadına rastlayan Kayıp Şahıslar Bürosu komiseri Alp Laçin O’un meçhul bir sevgilinin izini sürdüğü bir macerayı anlatıyor.

‘Afili Hafiye’, okuru “Bu romanda gerçek kelimesi gerçek anlamında kullanılmamıştır” uyarısıyla karşılıyor. Yalın Alpay’ın “Menteş Sistemi” dediği orijinal anlatı düzeniyle kurgulanmış roman melodram, polisiye, bilimkurgu ve komedinin bir arada yaşadığı Menteş evrenine aşina okuyuculara da sürprizler vaadediyor. Paralel evrenleri yeni bir hikayeyle ele alan yazar, derinlikli bir üst kurmacayla okurlarıyla buluşuyor.

Alfa Yayınları etiketiyle yayınlanan roman 312 sayfa.

Alfa Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan romandan tadımlık paylaşıyoruz:

İntihara benzeyen bir cinayet

ya da

“Kalbini kırdığım herkesten özür diliyorum”

Gerçeklik, hayatımı mahvediyor.

[BILLY WATERSON, Calvin and Hobbes]

Bir romanın en önemli yeri, ilk cümlesidir. Hıh. Kimin umurunda?

[Bir kalem bulun ve buracığa giriş cümlesini siz yazın, buyurun: …………

………………… …………………… ………………… …………………

………………… …………………]

Şimdi bir soru: Ceset görmek ister misiniz? Okey. 5 dakikaya hazır.

Villada yazardan başka hiç kimse yoktu. Uşak, aşçı, hizmetçi, şoför, bahçıvan, seyis… hepsi toz olmuştu. Uşağı dün telefonla görüntülü arayıp, Pazar günü tüm personele izin verdiğimi söylemiştim. Tereddütsüz “Emredersiniz efendim” dedi. İtaatindeki kusursuzluk bende saygı uyandırdı doğrusu.

Bina kapısından girdim. Kravatımı düzelttim. Salon lüks eşya- larla, minimalist tarzda döşenmişti. Sony marka devasa televiz- yon, duvarı boydan boya kaplıyor. Ekranda Kanun Namına’nın [1952] final sahnesi donmuş. Okuma koltuğunun yanındaki me- tal bacaklı, tablası masif, oval sehpada bir roman: Still Life with Woodpecker. Yanında iki paket Treasurer –black– sigarası.

Merdivene vardığımda, sağ taraftan bir inilti geldi. Döndüm. Köşede, meşin mindere kurulmuş bir Samoyed bana gülümsüyordu. Bu köpeklerin ağız yapısı böyle. Evrimin tebessüm emojisi. Samoyedin saldırmayacağı muhakkak. Uysal tabiatlı zira. Fakat havlar mı? Havladı bile: “Hav! Hav!”

Üst kattan Alp Laçin O seslendi: “Neee var Gorgon?!” Kuçukuçu şaşkındı. Minderden kalkmış, başını sağa sola yatırarak “Sen de kimsin?” der gibi bakarken cıyıldıyordu.

Sağ elimi öne doğru açıp hafifçe eğdim. Sonra işaret parmağımı ağzıma götürdüm: “Hışşşş…” Teskin jestleri işe yaradı. Gorgon arkasını döndü ve pencereden bakmaya koyuldu. Dışarıda, peyzaj düzenlemesi kraliyet kuyumcuları tarafından yapılmış uçsuz bucaksız bir bahçe uzanıyordu. Okaliptüsün dalına rengarenk bir ispinoz konmuştu.

“Ben duşa giriyorum kızım!.. Sebastiaaan! Gorgon’a bir bakıver!..” Yukarıdan gelen beyan ve talimatları dinlerken kıpırdamadım.

Gorgon başını bana çevirdi. Kafa karışıklığından kurtulmuştu anlaşılan. Mavi gözlerinde meleksi bir ışıltı: “Vazgeç dostum” diyordu sanki “iş çığırından çıkmadan yuvana dön…” Yo, sol patisiyle içeride bir yeri gösteriyor. Kolonun arkasına bakınca, rafta kemik şeklindeki, ikili ödül maması paketini gördüm. Şirin dostumuzun erişemeyeceği yükseklikte. Gidip paketi aldım. Üzerinde Japonca yazılar ve Gorgon’un mutlu şirin bir türdeşinin portre fotoğrafı var. Ambalajı açtım. Çömeldim ve kemiklerden birini kuçukuçuya verdim. Yanağını omzuma sürterek teşekkür etti. Tertemiz tüyleri parfüm kokuyordu. Alnına öpücük kondurdum: “Merak etme Gorgi, seni tüm gücümle şımartacağım.” O, kemiği kemirmeye koyulunca, merdivene yöneldim.

Banyodan su sesi geliyordu. Temkinli adımlarla ilerliyordum. Evin duvarlarındaki, tavanındaki gömme hoparlörlerden, Moon Ray adıyla da bilinen Raggio Di Luna’nın Comanchero’sunun müziği duyuldu. En sevdiğim şarkı. Alp Laçin O karaoke yapıyordu. Ben de ona fısıltıyla eşlik ettim: “Komançero!.. Komançero komançero! Komançero ooo!”

Üst kat koridoruna asılı fotoğrafta smokinli Alp Laçin O seks oyuncağına benzeyen bir ödül zımbırtısını kaldırmış sırıtıyordu. Banyonun önünde belimden Beretta M9A1’i çektim. Ucuna susturucuyu taktım. Kapıyı yavaşça açtım. İçerisi buharla kaplıydı. Alp Laçin O şakımaya devam ediyordu: “Komançero!.. Komançero komançero! Komançero ooo!”

Tabancayı doğrulttum. Ve yüksek sesle öksürdüm. Durdu. Görebildiğim kadarıyla duş panelindeki bir düğmeyi çevirdi. Mü- ziğin sesi kısıldı. Suyu kapattı. Tepeden tırnağa şampuanlanmıştı.

“Her kimsen beni korkutamazsın!” dedi yarı şaka.

“Gene de bir denemek istiyorum.” Sesimi duyunca irkildi.

Kabinin kalın camlı sürme kapısını araladı. Buhar dağılırken yüzünü sildi. Ve beni görünce taş kesildi. Dikkat: “Tabancayı” demiyorum, “beni” gördüğü için şoke olmuştu. Zira ona tıpatıp benziyorum. Yani ben O’yum. “O” da amma acayip bir soyadı. Fazla kısa. Neyse, Bay diğer O’nun gözleri fal taşı gibi açılmış, beti benzi atmış, nefesi tıkanmıştı. Elindeki şampuan şişesi pat diye düştü: “Hassiktir?! Bu da ne?!”

Çıplak dostumuzun alnına nişan aldım: “Enteresan, ha?” Kollarını ileriye doğru kaldırıp ellerini telaşla salladı: “Sadece üç sorum var…” Sesi sakindi. Çabuk intibak ediyor. Helal olsun.

Alnımı kırıştırıp “Peki” manasında başımı eğdim.

“İkizim ya da klonum musun yoksa bu bir makyaj mucizesi mi?” Bir defada üç soru sormuştu. Zeki adam. Ne de olsa polisiye yazarı.

Takdirle gülümsedim: “Üçü de değil.”

“Daha önce rastlaşmadığımıza göre, aramızda bir düşmanlık olmadığını varsayıyorum fakat ille de beni indirmek zorunda mısın?” Gene bir cümlede üç soru. Dâhi hergele.

“Doğru, ilk kez rastlaşıyoruz, düşman değiliz ve sizi öldürmem gerek.”

 İşin içinden çıkamamıştı: “Varlığından haberdar olmadığım oğlumsun, annen seni fiştekledi ve beni haklarsan hayatının daha iyi akacağını sanıyo. Yo! Bunu sayma, zırvaladım. Hâlâ bir hakkım var…” [Farkettiniz değil mi, ben ona ‘siz’ diye hitap ettiğim halde, o bana ‘sen’ diyor. Kesin cehenneme gidecek.]

Kolumdaki akıllı saate bakış attım. “Zamanım az…”

“Sen bensin…” dedi, sol eliyle ıslak çenesini ovarak “ve bu da bir rüya… Tetiği çektiğinde ikimizden biri uyanacak?”

“Üzgünüm, Sevgili Bay O…”

Öfkeyle silkindi. Üstündeki köpükler etrafa saçıldı: “Bu ne boktan bir saçmalık! Burada ne haltlar döndüğünü bilmek hak- kım! Cinayet mi, intihar mı, ölümcül bir şaka mı ne bu yani?! S.ktiğimin tetiğine bas madem Allah’ın cezası!”

“Pekâlâ… Bakın, son sözünüz bu olmamalı bence” Atıldı: “Haklısın.”

“Evet?”

“Kalbini kırdığım herkesten özür diliyorum” dedi. “Gerçekten mi?”

Bir an durdu. “Hayır. Bence herkes önyargılı ve bencil. İnsanlığın canı cehenneme!”

“Bu daha iyiydi” dedim.

“Teşekkür ederim” demek üzere ağzını açtığı anda tetiği çektim.

CİYUP!

10Haber’de yeni bir sayfa… Cumhuriyet’e 100 Gün10Haber’de yeni bir sayfa… Cumhuriyet’e 100 Gün

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.