Çevremde çok insan ruhen dibe vurmuş durumda…
Bu umutsuzluk hali son seçimden sonra ruhsal bir pandemiye dönüştü…
Bunlara işini kaybetme endişelerini de ekleyin…
Boşanmalar rekora doğru koşuyor.
Onların yarattığı depresyonu da ekleyin…
Savaş, göçmen, küresel ısınma, orta sınıfların yok olması, yoksulluk ve pandemiler, deprem korkusu…
Toplu bir terapi lazım…
Terapistiniz de çok yakınınızda Yeni Kulüp Delüks etiketinde…
Daha doğrusu o etiketi hazırlayan grafik sanatçısı Emrah Yücel’de…
Nasıl keşfettiğimi anlatayım.
Emrah Yücel’in Instagram sayfasında bir paylaşım var.
Kendinin üstü çıplak bir portresi…
Fotoğrafçı Murat Arık çekmiş.
Göğsünde ve kollarında çok ilginç dövmeler var.
Ama en dikkati çekeni, göğsündeki “Tutto Passa” yazısı…
Neden bunu yaptırmış diye merak ettim.
Meğer bir başka paylaşımında bunu İngilizce olarak açıklamış.
Hemen Google Translation’a girdim ve tercümesini yaptım.
Kendince ilginç bir hayat felsefesi yapmış.
Şimdi ben kenara çekilip sözü ona bırakıyorum:
“İtalyanca’da ‘Herşey geçer’ anlamına gelen ‘Tutto Passa’, yaşamın geçiciliğini, zorlu zamanlarda dirençli olma ihtiyacını ve her anda güzelliği bulmanın önemini yansıtan derin bir felsefeyi özetliyor.
Teknolojik gelişmenin ve sosyopolitik değişmenin sürekli olduğu günümüzün hızlı dünyasında ‘Tutto Passa’ felsefesi temel bir bakış açısı sağlıyor.
Bize umutlu kalmamız gerektiğini hatırlatıyor, en zor koşulların bile bir son kullanma tarihinin olduğunun güvencesini veriyor.
Bu felsefe kuantum fiziğinin evrenin ömrüne ilişkin ortaya koyduğu teoriler ve spekülasyonlarla çok güçlü biçimde uyumludur.
Bilim insanları ‘Büyük Patlama’ ile ortaya çıkan evrenin muhtemelen ‘Isı ölümü’ olarak bilinen bir olayla önünde sonunda sonunun geleceğini öne sürüyor.
Albert Camus’nun eserlerinde tasvir edilen evrenin görünüşte iyi huylu kayıtsızlığını kucaklama temasını tekrarlayarak dayanıklılığın cesur bir tasdiki olarak hizmet ediyor.
Her ne kadar bu bakış açısı biraz kasvetli görünse de varoluşumuzun geçici doğasına dair derin bir yansıma sunuyor. Her şeyin her yerde sürekli bir değişim halinde olduğunu vurguluyor. İster teselli arayan kalbi kırık bir kişi, İster sakin İtalya kırsalında emekliliğinin tadını çıkaran yaşlı bir adam olsun, ‘Her şey geçer’ inancı bizi umuda tutunmaya ve hayatın sunduğu güzel, geçici anların kıymetini bilmeye teşvik eder.
Özünde ‘Tutto Passa’ bize hayattaki zorlukların ve sevinçlerin geçici olduğunu ve bu geçiciliği benimseyerek güç, dayanıklılık ve etrafımızı saran geçici güzelliklere karşı daha derin bir taktir bulacağımızı hatırlatır…”
Tam bir Google çevirisi…Bazı yerleri insanın dimağına takılıyor. Ama anlamını çıkardınız her halde.
Öte yandan iki kelimeyle ifade edilen bir dövmeyi koskoca bir yazı ile anlatmak da tuhaf gibi geliyor…
Paylaşımı iki defa okudum…
“Tutto Passa’nın’ anlattığı bu şeyleri acaba Türkçede neyle ifade edebiliriz?
“Bu da geçer Ya hu…”
Çevrede bir ruh enkazı var…
Böyle bir günde bir sanatçının göğsüne dövme olarak yerleşmiş bu iki kelime gerçekten iyi geliyor insana…
İnsana, bu çağda en doğal insan haklarından biri “Umursamazlık hakkı” olduğunu hatırlatıyor.
Ayrıca umursamamanın ayıp bir şey olmadığını da…
Her şey geçecek…
Bir gün popülist liderler de geçecek…
Adaletsizlik ve haksızlıklar bir ‘Tipping Point’e gelecek.
Savaşlar bitecek.
Yani tam Fikret Kızılok dinleme saati şimdi…
“Her gecenin bir sabahı var…”
Tutto Passa terapisi yapacağız.….
Ve bu popülizm, bu adaletsizlik, bu vicdansızlık geçinceye kadar da…
“Hakuna matata…”
O da Svahili dilinde ‘Takma kafana’ demek…
Güzel ve ucuz bir terapi değil mi…
Çevremdeki bir çok insan gibi ben de “Friends” dizisi bağımlısıyım.
Arada bir dönüp dönüp birkaç bölümünü izliyorum.
Kaybettiğimiz arkadaşlık durumlarını çok tatlı bir mizahla anlatıyor bize…
Karakterlerin hepsi de kaybettiğimiz bir “Masumiyet döneminin” sembolleri…
Çok tuhaf bir de bunun tam zıttı bir dizi var.
“Two And A Half Men…”
Türkçesi “İki Buçuk adam…”
Los Angeles Malibu’da tek başına yaşayan 40’lı yaşlarının ikinci yarısında bir reklam müzikleri bestecisi…
Hayatı “One Night Stand” erkeği…
Yani neredeyse her gece ayrı bir kadınla tek gecelik ilişki yaşıyor…
Sonra da sabah ondan kurtulmanın yolunu arıyor.
Karakter süfli mi süfli…
Kardeşinin ofisindeki sekreterle, yeğenin okuldaki öğretmeniyle, kısaca önüne çıkan her kadınla yatıyor.
Bir erkek kardeşi var o da tam tersi.
Eşi boşamış. Ezik. Kadınlarla ilişki kuramıyor.
Parası da olmadığı için erkek kardeşinin evine sığınmış. Ayrıldığı eşinden oğlu da haftanın beş günü onlarla birlikte.
İki erkek bunlar.
Yarım olanı ise işte bu küçük yeğen…
Onun karakteri de felaket.
Yarı obez, burnunu karıştırıyor, sürekli bilgisayar oyunu oynamak istiyor, amcasına ve babasına durmadan laf sokuşturuyor, daha o yaşta hiçbir etik duygusu yok.
Evde bir de Hispanik kadın çalışıyor.
Onun karakteri de amca ve yeğeninden zerre kadar farklı değil.
Ama hepsinin üzerine bir “Bonus” var ki işte o “Varolmanın dayanılmaz ağırlığı…”
Bir anne…
Hepsinden iğrenç bir karakter…
En yakın arkadaşının cenazesinden bile günlerce konuşacak dedikodu çıkarıyor.
Çocukları ondan, o çocuklarından nefret ediyor, ama bir türlü de kopamıyorlar…
Şimdi böyle üç felaket karakteri seyredip niye güler insan…
Amazon Prime diziyi yeniden gösterime soktu.
Hastasıyım…
Her gece bir takılıyorum, en az beş altı bölüm seyretmeden uyuyamıyorum..
Allahtan 12 sezon var ve her birinde 20’şer dakikalık en az 24 bölüm bulunuyor.
Gece stoklarım sağlam yani. Seyret seyret bitmiyor…
Ama benden tuhafı da var.
Amazon bu diziyi şöyle tanıtıyor:
“Neşeli…Tutkulu…Komedi…Romantik…”
Herhalde “Yeni Normalin” “Yeni Romantik”i de bu…
Yarın İstanbul’da Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak ilginç bir konserin davetiyesi önümde duruyor.
Çok önceden planlanmış bir Fransa gezisi nedeniyle katılamayacağım için üzüldüm.
Cumhuriyet’in 100’ncü yılı için düzenlenen bir gala konseri davetiyesi bu.
Konserin adı “Emanet…”
Eser ilk defa seslendirilecek.
İstanbul Film Müzikleri Orkestrası çalacak.
Şef Kerem Esemen…
Buraya kadar son günlerde aldığım bir çok 100’ncü Yıl davetiyesinden farklı değil.
Ancak davetiyenin üzerinde beni şaşırtan bir bilgi var.
Söz ve müzik: Mehmet Kalyoncu yazıyor.
Yani şu an Türkiye’nin inşaat, enerji ve teknoloji yatırımlarında en büyük şirketlerden biri olan Kalyon Holding ailesinin üçüncü kuşağından bir iş insanı.
Cumhuriyet’in 100’ncü yıldönümü için özel bir beste yapmış ve bu eser yarın akşam çalınıyor.
Kalyoncu’lar Türkiye’nin tanınmış muhafazakar ailelerinden biri.
Hikayeleri 1944 yılında başlamış..
Holding şimdi İstanbul Hava Limanı’nın büyük ortağı, Sabah Gazetesi ve ATV grubunun sahibi…
Ayrıca enerji ve teknoloji alanında çok başarılı ve büyük yatırımları var.
Mehmet Kalyoncu işte bu ailenin üçüncü kuşağının bir üyesi.
Gaziantep doğumlu. Ümraniye Anadolu Lisesi mezunu…
Lise eğitiminin son yılında ilginç bir şey yapmış ve Oxford Üniversitesi St. Hugh’s Koleji tarafından düzenlenen akademik programa katılmış.
Bu programa kabul edilen ilk Türk öğrenci olmuş.
Ve buradaki çalışma konusu da ilginç:
Rönesans mimarisi…
Üniversiteyi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okumuş.
Bölümü mimarlık.
Lisan eğitimi sırasında Holding’in çeşitli bölümlerinde çalışmış.
Lisans sonrası Harvard Üniversitesinde girişimcilik kurslarına katılmış.
Ben Mehmet Kalyoncu ile iki defa karşılaştım.
Biri İstanbul’un Anadolu yakasında açtığı “Türkiye Tasarım Vakfı’nın” bir davetindeydi.
Tasarım üzerine çalışmalar yapan bir Vakıf burası.
İkincisi ise yine Kalyoncu Grubunun Nişantaşı’nda açtığı kültür merkezimdeki bir modern sanat sergisi dolayısıyla oldu.
İstanbul Yeni hava limanı projesinde İcra Kurulu üyeliği görevini yürütüyor.
Ayrıca Kalyon Holding’de yönetim kurulu üyesi…
Müzikle ilgisinin nereden geldiğini araştırdım ama bir bilgi bulamadım.
Beste ve söz yazarlığı yapacak bir seviye geldiğine göre herhalde bir nota bilgisi vardır diye düşünüyorum.
Benim için önemli olan Anadolu’nun geleneksel aile yapısından gelen bir iş insanının mesleğinde başarılı bir yönetici olarak çalışırken, aynı zamanda sivil toplum çalışmaları yapması ve müzikle eser verecek kadar ilgilenmesi…
Tabii bir de şu var.
Anadolulu muhafazakar bir ailenin çocuğunun Cumhuriyet bilinciyle böyle bir eser vermesi.
Emanet neyi anlatıyor bilmiyorum.
Ama benim için şu önemli.
Cumhuriyet’i bir emanet olarak görüp, onu yeni bir yüzyıla taşıyacak ruha ve anlayışa sahip olmak.
Atatürk sadece ülkenin modern ailelerinin Atatürk’ü değil.
Bütün Türkiye’nin Atatürk’ü…
Galiba o Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığa yapan insanlar yavaş yavaş yenilgiye uğruyor.