Sanki beleşine daha fazla para kazanma imkanı bulunduğunda herkes çok itidalli ve ilkeliymiş ve bunun üzerine hemen atlamazmış, ve sanki hızlı ve zahmetsiz zenginlik söz konusu olduğunda mantıksız düşünme nerdeyse ulusal bilinçaltımızı oluşturmuyormuş gibi herkes skandal patladığından beri Fatih Terim, Arda Turan ve yüksek kazanç sağlamayı vaadeden fona para yatıran diğer kişileri açgözlülükle suçluyor.
Fakat bilelim ki Seçil Erzan gibi insanları yaratan bizim açgözlülüğümüz ve doymazlığımızdır.
Dolayısıyla insanlar Arda Turan veya Fatih Terim hakkında konuşmaya başlamadan önce asıl suçluyu bulmak için bir defa aynaya baksalar çok iyi olur.
Dolandırıcıların tarihini yazdığınızda bir anlamda Türkiye tarihini de yazmış olabilirsiniz.
Bugün size o tarihten bazı hatırlatmalar yaparak hem kendinizi hem de son olayda adı geçen insanları daha iyi tanımanıza yardımcı olmayı umuyorum. Yani bugün esas işim size bakmanız için bir ayna tutmaktan ibaret.
ülkemizin anlı şanlı dolandırıcılar tarihinin 20. yüzyılın ikinci yarısında itibaren olan bölümünü hem şaşırarak hem de gülerek izlemek şansım oldu.
Bizzat izlediğim bu tarihe dayanarak bir yazı yazma fikrim hep vardı. Yılmaz Özdil’in Blabla’da izlediğim videosundan sonra bu konuda var olan mizah potansiyelini tekrardan hissedince planladığım yazıyı öne almaya karar verdim.
Dolandırıcıların ortak özelliği çoğunun zeka seviyesinin yüksek olması ve kendileri dışında kalan nüfusun büyük bölümünün paradan kolay para kazanma imkanı görünce neredeyse saf düzeyde diyebileceğimiz şekilde aptallaşmasıydı.
durum böyle olduğundan çoğu liseyi bile bitirmeyen meslek olarak da ya çaycı ya da overlokçu olan bazı kişiler dolandırma potansiyelini görünce bir gecede kendilerini banker ilan ettiler ve neredeyse merdiven altı diyeceğimiz bazı yerlere üstünde banker yazılı kağıtlar koyarak herkesten daha çok faiz verme sözüyle milletten para toplamaya başladılar.
aklı biraz çalışan arada bir de olsa biraz makul düşünebilen hiç kimse bu tiplere gidip parasını teslim etmezdi.
ama paradan kolay para kazanma söz konusu olduğunda galiba aklı biraz çalışan ve makul düşünebilen insan sayısı çok az olmalıydı ki hemen o gece penceresine kapısına banker kağıdı yapıştıran yerlerin önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. kuyruktaki insanlar sınıflar üstü bir görünüm sunuyordu. her sınıftan her meslekten insan elinde ne varsa bir gün önce overlokçu veya çaycı olan insanlara teslim etmek için çok istekli ve sırada öne geçmek için birbirlerini öldürecek kadar hırsla dolu bekliyordu. o uzun sırada emekliler, ev kadınları, yüksek bürokratlar, savcılar, hakimler ve askerler de vardı.
bu sınıflar üstü uyum ve amaç birliğinde sağlanan konsensus nedeniyle Türkiye’de demokrasinin ilk ve son kez o dolandırılmayı bekleyenlerin sırasında görüldüğü de söylenebilir.
Sadece bir gün önce overlokçu olan yeni bankerlere parasını vermeye millet çok istekliydi ki bankere neredeyse rica ediyorlardı bütün paramı al diye.
Onlar da ‘eh, madem bu kadar isteklisin rica da ediyorsun o zaman alayım bari paranı deyip sadece bir gecede milyarder oldu.
Buraya kadar anlattıklarımdan sonra hala daha neticeyi merak eden varsa onu da söyleyeyim; gidiş o gidişti çoğu bir daha paralarını göremedi bile, açgözlülük nedeniyle hayatlar mahvoldu, düşler yok oldu.
o bankerlerden bazıları tutuklandı ve hapse girerken ve onca olaydan sonra bile orada toplanan halk ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ sloganı attı. Cezasını çekip çıkarken de aynı sloganla karşıladılar onu.
Dolandırıcı adamcağız madem bu halk beni bu kadar seviyor, benimle bu kadar gurur duyuyorlar o zaman da ben de onları yalnız bırakmayım diyerek bu defa da devre mülk işine girdi
adam uzak bir adada devre mülk pazarladığını söyleyerek milletin kalan parasını da aldı.
o aşamada zekaları sıfırlanmış olması gereken insanlar da ne kadar şanslıyız bir adada devre mülkümüz oldu diye seviniyordu.
ama bir teferruat da vardı. bu gibi durumlarda gözü hızlı para kazanma hırsı ile dönmüş olanlar hiçbir zaman gerçekleri göremiyordu. Üzerinde devre mülk olduğu iddia edilen ada gerçekte yoktu. yani adam gerçekte var olmayan bir adada devre mülk pazarlama işine girmişti.
ne dersiniz bu son anlattığım dolandırıcıdaki zeka oldukça iyi değil mi, en azında diğer insanlardan çok daha zeki olduğu kesin. bu da çok zor bir şey değildi çünkü diğer insanların bu gibi durumlarda beyinleri sıfırlandığından ortalama zekada bir kişi kendisini rahatlıkla o ortamda üstün zekalı olarak görebilir.
Dolandırıcılardaki bu zeka neredeyse onların ustası sayılabilecek efsanevi dolandırıcılardan genetik gelmiş gibidir.
Bir usta dolandırıcı şöyle bir plan işletiyordu; Dolmabahçedeki saat kulesinin yanına adamlarıyla gidiyordu.
etrafın kalabalık olduğu bir zamanda önceden anlaştığı adamlardan biri dolandırıcının yanına giderek saati soruyordu.
Dolandırıcı saati öğrenmek isteyene meydandaki saati gösteriyordu. Sonra da bu hizmeti karşılığında saati sorandan saati öğrenme parası istiyordu. O da parayı verip yoluna gidiyordu.
Dolandırıcı bundan sonra bu kadar kolay para kazanma imkanı karşısında beyni tamamen o anda sıfırlanmış insanlara saat kulesini satabileceğini söylüyordu. en yüksek satın alma parası teklif edene önceden hazırlanmış saat kulesinin satış belgesini verip parasını da alıyordu.
Aynı adam bir gün Taksim alanına bir sokak girişine yere halı sermiş ve yine kendi adamların halının üstünden geçerek alana girmelerini söylemiş.
Halılı yolun başına bir tabure koymuş ve alana girmek isteyen adamlarından Taksim alanına giriş ücreti almaya başlamış.
Ve tabii ki bütün bu olayı izleyen bazı geri zekalılara Taksim alanını da kolayca satmış. onlara da ‘Taksim alanının sahibidir’ belgesi vermiş.
Uzun lafın kısası, bu son dolandırıcılık olayında ben olsaydım paramı vermezdim diyenlere ve futbolcuları kınayanlara ‘haydi oradan be, çoğunuz kolay para kazanmak söz konusu olunca aynısınız, konuşmadan önce bir aynaya bakın’ diyorum.