11 Ekim 2023

Savaşta önce gerçekler değil, nüanslar ölür

“Savaşta önce gerçekler ölür” diye pek sorgulanmadan kabul edilen anonim bir önerme var. Anonim diyorum çünkü bu laf zaman içinde çok kişiye atfedilmiş ama hiçbiri de ispatlanamamış. 

Kimin olursa olsun bu önermeyi sorgulamak isterim. Çünkü ortada bir savaş varsa, gerçeklerin zaten çoktan öldüğünü kabul etmemiz lazım. 

Hiç öyle “önce gerçekler ölür” diye şiirselleştirmeye gerek yok. Ortadoğu’da yeni bir sıcak savaşın tam ortasında olduğumuz günlerde, sosyal medya tartışmalarına biraz yabancılaşarak baktığımızda bir şeyi net olarak göreceğimizi düşünüyorum: 

Sosyal medyanın nüansları zaten öldürdüğünü biliyoruz ama çatışma ortamı nüanslardan kalan son kalıntıları da alıp götürmüş durumda. Küfürleşmeler, birilerini hedefe koymalar, keskin kutuplaşmalar, laf sokmalar, birbirini aşağılamalar gırla gidiyor. 

Herkesin kendi gerçeğinden çok emin olduğu bu kaotik ortamın içinde, durup nüanslardan söz etmenin biraz aptallık olduğunu kabul ediyorum. Zaten herkes birbirini en iyi ihtimalle aptallıkla suçladığı için arada kaynarız diye umuyorum. (O meşhur Yiğit Özgür karikatürünü hatırlayın: Ortam çok gergin Fuat bilmiyorum… Herkes çok gergin…) 

Sükûtu özlemek

“Sükût ağacının meyvesi barıştır” diye bir Arap atasözü var. Bu atasözünü bir Arap’tan duymadım. Bir Alman filozoftan okudum. Adı Arthur Schopenhauer. Yalan çıkarsa onun yalancısıyım. Artık kimin atası bilemeyeceğim ama çok güzel söylemiş bence. 

Sükût insanlık olarak çok başarılı olduğumuz bir şey değil. Bu nedenle barışlar sadece iki savaş arası soluklanma molası olarak belirmiş hep tarihte. 

Sükût ağacı özenle kurutulunca en çok bağıran en haklı sayılmış. Bir süre sonra da kimin haklı olduğu veya doğruları savunduğu unutulmuş. 

Eristik diyalektik nedir?

Bir yandan, ortada bir tartışma varsa, nesnel doğrunun ya da gerçeğin pek bir önemi yok. 

Bahsettiğim atasözünü de okuduğum Schopenhauer kitabı, ‘Haklı Çıkma Sanatı’ da (Türkçede son baskı: Can Yayınları, Eylül 2023) tamamen bunun üzerine kurulu. 

Schopenhauer kitapta Eristik Diyalektik kavramından bahsediyor. Eristik Diyalektik haklı çıkacak şekilde tartışmak demek. 

Eristik diyalektikte kişinin önermesinin gerçekten doğru olması değil, onu savunurken karşı tarafı alt etmesi önemli. Yani bir önermenin nesnel doğruluğuyla, tartışmacıların ve dinleyicilerin onayıyla kabul edilen geçerliliği iki farklı şey olarak beliyor. Sonra, gerçekte haksız da olsanız tartışmalardan haklı çıkmanız için 38 farklı hile anlatıyor Schopenhauer. 

Kitabın son baskısı daha geçen ay yapıldığı ve çok yeni elime geçtiği için tam okurken savaş patlayıverdi. Daha kitap elimdeyken, özellikle Twitter’da dönen tartışmalara baktığımda net şekilde şunu mırıldandım: 1788 yılında doğup 1860 yılında ölen Arthur Schopenhauer, hiçbir zaman haberinin olmayacağı sosyal medya tartışmaları için de bir kullanma kılavuzu yazmış. 

Kitabı okursanız, ardından bugünlerde sosyal medyada dönen tartışmalara yakından bakın; kitapta çok da yalın bir dille bahsedilen 38 hilenin her birini tek tek tespit edeceksiniz. 

Yani insan olarak zaaflarımız yahut doğal kötülüğümüz zaten sabit. Üzerine interneti ve sosyal medyayı icat etmiş ve kötülüğümüz iyice billurlaştığında da sosyal medyayı suçlamaya başlamışız. 

Özellikle benim gibi bunu iş edinmiş yazarlar çok düşüyor bu tuzağa.

Sohbeti keseceğimiz cahil kim?

Arthur Schopenhauer, bu kitabın sonlarında, günümüzde de hemen hemen her tartışmanın finalinde gördüğümüz o vıcık vıcık gerçekliğe götürüyor bizi. O da haksız çıkacağımızı anladığımızda tartışmayı kişiselleştirme, kabalaşma, bel altı vurma vs. 

Bu nedenle, güvenli olan tek hileye ulaşıyoruz: Her karşımıza çıkanla tartışmamak, sadece tanıdığımız, saçma sapan şeyleri ileri sürmeyecek, utanç verici durumlara düşmeyecek kadar aklı başında olduğunu bildiğiniz insanlarla tartışmak. Cahille sohbeti kestim olgusu yani. 

Bana kalırsa özellikle sosyal medyada böylesi pek mümkün değil. Çünkü yer aldığımız bağlam, çökmüş bir bağlam. 

Sonra “Cahille sohbeti kestim” diye böbürlenirken de aslında kimin cahil olduğunu anlama konusunda o kadar iyi değiliz. 

Hele ki bazı konularda kendimizin sohbeti kesilecek cahil durumuna düştüğümüzü asla görmek istemiyoruz. 

Herkes her konunun uzmanı olamaz çünkü. Dahası, çoğunlukla kim olduğunu bile bilmediğimiz insanlarla tartışıyoruz. 

Komik bir şekilde herkes kendinden çok emin. Çünkü sosyal medya ortamında herkes kendisi gibi olanları çok hızlı bir şekilde bulup fikirlerinin sağlamasını yaptığını sanıyor. 

Oysa bu kendi fikrini çarpan etkisiyle büyütüp, fikrine âşık olmaya giden yolun başlangıcı. Bu yolun sonu da bir diyalogtan ziyade toplanıp toplanıp ötekini dövme ayinlerine çıkıyor.

Nüansları görebilmek için

Peki tüm bunların ışığında ve yazının sonunda yeniden soralım: Herkesin her şeyden bu kadar emin olduğu yerde nüans kalır mı? 

Kalmıyor haliyle. 

Herkes gerçeğin bir ucundan çekiştirip kendini dayatınca nasıl savaşların sonu gelmiyorsa, tartışmaların da sonu gelmiyor. 

Belki de önce kendi gerçekliğimizi büyük bir takıntı haline getirmemeyi öğrenmeliyiz. Çünkü nüanslar ancak böyle bir geri adımın (bana kalırsa ileri bir adım ama neyse) ışığında görülebilir. Belki tartışmaları bir yere bağlamanın yolu da nüanslara bağlıdır. 

Filistin ve İsrail’deki savaşın öyle kolay kolay bitmeyeceği açık da sosyal medyada küfür kıyamet kapışanlara ne oluyor onu anlamakta zorlanıyorum. 

Oysa herkes kendi gerçeğini yavaşça yere bıraksa bazı şeyler daha açık görünecek. Hem ne diyordu Voltaire, “La paix vaut encore mieuxque la vérité” yani “barış gerçeğin kendisinden daha değerlidir.” 

Öyleyse işe, “savaşta önce gerçekler ölür” gibi büyük laflar ederek başlamasak, kendi gerçekliğimizi mitleştirmeden nüanslara odaklansak daha iyi olacak sanki.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.